Eğirdir Gölü’nde yeni bir su kabarcığı tespit edildi
Eğirdir Gölü’nde yeni bir su kabarcığı tespit edildi
Dr. Meltem Kaçıkoç:
“Bu tür oluşumların, kapsamlı bilimsel çalışmalar yapılmadan kesin bir sonuca bağlanması mümkün değildir”
ISPARTA – Isparta’nın Eğirdir ilçesinde geçtiğimiz günlerde tespit edilen su kaynağı görünümünde su kabarcığının tespit edilmesinin ardından ikinci bir su kabarcığı daha görüntülendi. Su kaynağı görünümündeki kabarcıkları değerlendiren Dr. Meltem Kaçıkoç “Bu tür oluşumların, göl özelinde kapsamlı bilimsel çalışmalar yapılmadan kesin bir sonuca bağlanması mümkün değildir. Metan gazı olduğu söyleniyor ama farklı bir gaz çıkışı da olabilir” dedi.
Türkiye’nin en büyük tatlı su göllerinden biri olan ve Isparta’nın da içme suyunun bir kısmının karşılandığı Eğirdir Gölü’nde 10 Ağustos tarihinde su altından yüzeye çıkan, su kaynağı görünümünde su kabarcığı tespit edilmişti. Geçtiğimiz günlerde Taşeski mevkiinde yeni bir su kabarcığı görüntülendi. Su kabarcığını gördüğü esnada yer altı suyu kaynağı olduğunu düşünen vatandaş “Maşallah, Allah’ım gölümüze çok su ver” dediği anlar yer aldı.
Süleyman Demirel Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Dr. Öğretim Üyesi Meltem Kaçıkoç vatandaşlar tarafından çekilen görüntüleri değerlendirerek Eğirdir Gölü’nde incelemelerde bulundu.
Dr. Kaçıkoç yaptığı açıklamasında “Geçtiğimiz günlerde yöre halkı, yüzey alanı yaklaşık 470 kilometre kare olan Eğirdir Gölü’nün biri daha sığ ve kıyı bölgelerinde, diğeri ise daha derin ve orta kısımlarında olmak üzere 2 farklı bölgesinde, önceki yıllarda Burdur Gölü’nde de gündeme gelen su kabarcıkları oluşumlarını gözlemlemişler ve bu durumu ilgili yerel kurumlara bildirmişlerdir. Kamuoyunda, bu duruma ilişkin olarak, metan gazı çıkışı olduğu, yeni bir su kaynağının ortaya çıkmış olabileceği ve mevcut yeraltı suyu kaynaklarının görünür hale gelmiş olabileceğine dair çeşitli varsayımlar gündeme gelmiştir” dedi.
“Metan gazı olduğu söyleniyor ama farklı bir gaz çıkışı da olabilir”
Göller gibi karmaşık ve etkileşimli ekosistemlerde meydana gelen bu tür oluşumların, göl özelinde kapsamlı bilimsel çalışmalar yapılmadan kesin bir sonuca bağlanması olmadığını söyleyen Dr. Kaçıkoç “Eğirdir Gölü’ndeki su kabarcıkları oluşumlarının arka planını anlamak için detaylı bilimsel araştırmalar yapılması gerekmektedir. Eğirdir Gölü için zaten yeraltı suyu bir kaynak ve göldeki su seviyesi azaldığında göl için bir rezervuar görevi gören yeraltı suyu gölü beslemektedir. Dolayısı ile de göle böyle bir su akışını yeni bir kaynak olarak nitelendirmek çok uygun olmayabilir. Ayrıca gaz çıkışı yönündeki söylemler için ise çıkan gazın herhangi bir ölçümü yapılmadan net bir şey söylenemez. Metangazı olduğu söyleniyor, bu gaz çıkışı farklı bir gazda olabilir. Göller, metanı atmosfere salabilen alanlar olmasının yanı sıra, su kolonunda metan oksidasyonu yoluyla metan emisyonlarını azaltabilen yutaklar olarak da görev yapabilirler. Yani çift taraflı bir etkileşim var. Metan, organik materyalin oksijensiz ortamda ayrışması sonucu ortaya çıkar. Göllerin mevcut metan salınımının, küresel doğal kaynaklı emisyonların yüzde 11’ini oluşturduğu tahmin edilmektedir. Küresel ısınma daha da şiddetlenir ise bu durumda, dünya genelinde göllerdeki oksijen içeriğinin azalması ve bunun sonucunda metan gazı emisyonlarının yüzde 58 yüzde 86 oranında artması beklenmektedir. Son araştırmalar, metanın sadece oksijensiz ortamda değil, aynı zamanda oksijen açısından zengin su kütlelerinde de üretildiğini ortaya koymaktadır. Bu durum siyanobakteriler, diatomlar gibi fitoplankton türlerinin fotosentez süreci sırasında metan salımı yapabilmesi ile açıklanabilir. Dahası bu muhtemel gaz oluşumları, Eğirdir Gölü’nün sediment yapısı gibi fiziksel özellikleri ile, sülfat, Demir içeriği gibi kimyasal ve fitoplanktonlar gibi biyolojik özellikleri ile de doğrudan ilişkili olan karmaşık bir süreçtir. Eğirdir Gölü ekosisteminin iklim değişikliğine tepkisini daha iyi anlamak ve bu sayede gölün sürdürülebilir koruma-kullanım dengesini sağlamak için gölde yürütülecek multidisipliner ve tüm paydaşların aktif katılımının sağlandığı bilimsel çalışmalar büyük önem taşımaktadır” şeklinde konuştu.